Ana içeriğe atla

Son Bakış -Sertaç Bahadır AFŞARİ-


Deniz, bugün yine hırçındı. Ay, gökte tahtını Güneş’ten almışken ben de kendimi rüzgâra kaptırmıştım. Denizden gelen sular, sahildeki taşlara âdeta müzik yapıyormuşçasına vuruyordu. Sahil kenarındaki lokantaların ışığı tüm karşı kıyıyı süslüyor ve aydınlatıyordu. O taraftan biraz müzik sesi geliyordu. Herhâlde düğün veya kutlama vardı. Her şeyi boşvermiştim, ama her şeyi… İnsanların eğlenmesi artık hiç ilgimi çekmiyordu. Şair Cemal Süreya’nında dediği gibi “Dostoyevski okuduktan sonra hiç mutlu olmadım.”düşüncesi tüm bedenimi sarmıştı. Artık hayattaki tüm hevesim, elime Dostoyevski’mi alıp mavi renkli duvarları olan tahtadan ve Osmanlı mimarisini andıran evimde ayaklarımı karşımda duran sandalyeye uzatmış ve Rize’nin dağlarından gelen çayımı yanıma almış olmaktı. Bir de kendime aynada bakıp yazı yazmayı unutamam. Buruşmuş yüzüme, şakaklarıma inen beyaz seyrek saçlarıma ve ölüme her gün daha çok yaklaşan gözlerime bakmak hayattaki zevklerimden biridir. Çok ilginç biliyorum. Sahilde bana vuran rüzgâr ağaçlarla vals yaparken bir senfoni çalıyordu. Herhâlde insan olarak gelmeseydim bu fani dünyaya rüzgâr olarak gelmek isterdim. Neden mi ? Çünkü o rüzgârlar her gün sanat yapıyor. Nasıl mı? Ağaçlarla valslar, gücünden gelen ıslıkla müzikler çalıyor ve denizi okşamasıyla aşk yapıyordu. Bunlar gelip geçen düşüncelerdi aklımda. Bu rüzgâra kendimi öyle kaptırmıştım ki ölseydim şimdi tam vaktiydi. Ancak bu sefer beni hayatta tutan bir kıvanç değil bir hüzündü. Sahilde denizin ıslattığı bir çocuğun feryadıydı beni hayatta tutan. Çocuk öyle ağlıyordu ki sanki yağmur onun gözlerinden yağıyordu. Durmuyordu. Aslında bir insan ağlarken yanına gitmek bir huyum değildir ancak o an sanki bir ilahi bir güç tarafından ayaklarım kendiliğinden hareket etmiş ve o çocuğun yanına oturmuştum. Geceleyin dalgalar benim yüzümü yıkarken zorlukla çocuğa baktım ve içim birden ürperdi. Çocuğun gözlerinde ölüm korkusunu geçen ve benim bu yaşıma kadar tatmadığım bir hüznü gördüm. Çocuk uzunca bir pantolon giymişti. Pantolon yırtıktı ve gömleği de tuz ve balık kokuyordu. Zaten şapkası da balıkçı şapkasıydı. Anladığım kadarıyla çocuk fakir bir balıkçı ailesindendi ancak neden bu kadar üzüldüğüne bir türlü anlam veremedim. Acaba ekonomik bir sıkıntı mı ya da birini mi kaybetti diye çok merak ediyordum gereksiz bir biçimde. Kendimi tutamadım:
-Ne oldu oğul? Ne üzdü seni bu kadar? dedim. Çocuk bunu diyince bana baktı ve benim yaptığım gibi beni inceledi. Herhâlde beni zararsız biri gördü ve cevap verdi:
- Ne olsun be amca? Bu hayattaki en büyük hayalimin asla gerçekleşmeyeceğini öğrendim. Bundan daha kötü ne olabilir ki? dedi. Bir an kendi kendime düşündüm. Ne olabilir ki daha kötü? Hiçbir şey olamaz! Acaba benim hayal kırıklığım var mıydı? Tabii ki de vardı. Olmamasının imkanı yoktu zaten. Peki neydi benim hayal kırıklığım? Rüzgâr daha da sertleşmişti. Artık ağaçlar yerlerinde duramayacak hâldelerdi. Sanki rüzgârın çaldığı müziğe eşlik edip ritme uygun dans edecek gibiydiler. Yeniden iç dünyama döndüm. İç dünyam benim imparatorluğumdu. Ama hep bir eksiklik vardı sanki. Acaba bu eksiklik benim hayal kırıklığım mıydı? Yanımdaki çocuğa birkaç öğüt ve teselli edici söz söyledim. Daha sonra çocuk:
- Teşekkürler efendim. Söylediklerinizi düşünürüm. Saat geç oldu, evdekiler beni merak etmiştir. İzninizle, iyi geceler! dedi ve gitti.
Neydi benim hayal kırıklığım? Evet! Oydu. O kadındı benim hayal kırıklığım. O kadın... Beni deniz dalgalarına benzer açık kahverengi saçlarıyla uzaklara götüren o kadın. Gözleriyle, gülüşüyle, nefesiyle benim ruhuma ikinci baharı yaşatan kadındı o. O ruhumun asla erişemediği sonsuzluk ve refahtı. Peki neden o benim hayal kırıklığımdı? Galiba aşk ve insanlara karşı olan sevgim her zaman bir zaaf oluşturuyor. Ama ne olursa olsun hayatımın en güzel zamanlarını o kadının uzun mu uzun saçlarını okşarken, tatlı sesini dinleyip gülüşüne şahit olurken yaşadım. Hatırlıyorum galiba... Eee, on yıldan fazla geçti o mucizeyi hatırlayıp görmeyeli. Zorlanmam normaldir. Beni bıraktığı günü çok iyi hatırlıyorum. Bembeyaz bir elbise giyiyordu. Tahta bir araç içindeydi. Tekerlekleri ellerdi. Galiba bu hoşuna gitmişti. Gülümsüyordu. Etrafta ince seslerle şarkı söyleyen bir sürü insanlar vardı. İki kapılı bir hanın diğer kapısına gelmişti. Gökyüzü kara bulutlar giymişti. Yağmur yağıyordu. Göz yaşlarıydı sanki. Son kez yine beyaz elbiseliler geldi ve onu benden aldılar. Daha istediğimiz hiçbir heyecana, maceraya, mutluluğa ve sevgiye ulaşamadan bizi birbirimizden ayırdılar. Belki de bu yüzden hayal kırıklığım o kadındı.
Çok olmuştu. Ben hâlen iki kapılı handa konaklıyordum. Artık evime doğru yola koyuldum. Üşümeye başlamıştım. Rüzgâr daha hızlı esmeye başlamıştı. Deniz daha hırçınlaşmıştı. Artık gece sessizliğe bürünmüştü. Yavaş yavaş yürüyordum. Ağaçlar, çiçekler, yapraklar; binalar, heykeller, yollar... Sonunda eve gelmiştim. Hafifçe bir öksürüğüm vardı. Galiba soğuk algınlığına yakalanmıştım. Pijamalarımı giydim ve tahtadan iskeleti olan yatağıma girdim. Korkuyordum. Neyden mi? Ölümden. Ölmekten çok korkuyordum. O kapkara bilinmezlikten çok korkuyordum. Daha önce bahsettim mi bilmiyorum. İki tane evladım var. Birisi oğlan diğeri kızdır. İkisi de aklı yerinde,edepli ve yardımseverlerdir. Ben ölünce vasiyetime bağlı olarak mallarım onlar arasında paylaştırılacak. Evin içi çok sıcak olması gerekiyordu. Ayşe Hanım, evin hizmetçisi, sobayı yakıp yatmıştır. Bundan eminim. Peki neden çok üşüyordum? Hareketsiz kalmaya başladım. Kafamı cama doğru çevirdim. Uzaklara, çok uzaklara bakıyordum. Yıldızlara doğru... Belki de hepsi ruhtu. Bizim ruhlarımız.
Kafamı düzelttim ve tavan bakmaya başladım. Kendimi yorgun hissediyordum. Siyah elbise giyen biri odama girdi. Yüzü tanıdıktı. Bu o kadındı. Benim hayatım olan ve hayal kırıklarımın sebebi olan kadın. Yavaşça yanıma geldi. Başımı okşamaya başladı. Gülümsüyordu. Hep olduğu gibi gülümsüyordu. Ne kadar garip değil mi? Bugün bir çocuğa nasihat verdim, sahilde yürüdüm, yine düşünceler beynimi fethetmişti. Aslında yaklaşık 40 yıldır bunları yapıyormuşum. Ne kadar gereksiz yere harcanmış bir hayat! Tabii ki de ailem ve geleceğim için yaptığım çalışmalar ve benzeri olaylar hariç. Elbisesi beyaz olmaya başladı. Kanatları, bembeyaz kanatları çıktı. Evin çatısı yukarıya doğru kalktı. Gökyüzündeki ruhlara bakıyordum. Hafiflemeye başladım. Sanki üzerimden hayatın yükü kalkıyordu. Çocuklarım... Onları ağladıklarını ve feryat ettiklerini görüyorum. Ama yapacak bir şey yok değil mi? Yolcu yolunda gerek. Yukarıya doğru kalktım. Beraber gidiyorduk. Galiba benim için bu handaki süre doldu. Dediğim gibi yolcu yolunda gerek. Bir yolcu gider bu handan, diğeri giriverir. Yolculuk başlar. Görüşürüz Dünya! Ben, hayal ettiğim gibi kara olmayan sonsuzluğa doğru gidiyorum. Sevdiceğimle beraber.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hürriyete Doğru (Orhan Veli Kanık) Şiirinin Eleştirisi

Gözle görülür bir biçimde serbest ölçüyle yazılan ve belirgin bir kafiye dizisi (sadece bazı dizeler arasında kafiye bulunmaktadır.) olmayan bu şiirde belli başlı imgelere rastlamak mümkündür. Ancak imgelerden bahsetmeden önce şiirde büyük ihtimalle ana amacı okuyucunun dikkatini çekmek ve şiirde bir ses yükselişi yaşamak için “ Heeeey! / Ne duruyorsun be, ...” şeklinde  haykırış ifadeleri kullanılmıştır.  Şiirdeki imgelere odaklanırsak asıl imgenin hürriyet olduğunu görürsünüz. Günlük yaşamda da hürriyet kavramı her birey için farklı bir manaya sahiptir. Orhan Veli, kendine göre olan hürriyeti deniz üzerinden anlatmıştır. Ancak buradaki deniz kavramı bildiğimiz su anlamında değil içinde suyun içinde barındırdıkları anlamındadır. Çünkü şiirdeki “Görmüyor musun, her yanda hürriyet; / Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol; / Git gidebildiğin yere.” dizelerinden de anlaşılacağı gibi Orhan Veli için hürriyet demek deniz gibi başı sonu belli olmayan bir diyarda istediğin ...

İstanbul'u Dinliyorum (Orhan Veli Kanık) Şiirinin Eleştirisi

  İstanbul için yazılmış olan ve herkesin hayatında illa ki bir kere duyduğu bu şiir, yalın bir Türkçeyle yazılmıştır. Dörtlük ve bentler halinde yazılan şiirde her dörtlük ve bendin başında ve sonunda “İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;” dizesi vardır. Bu tekrar bana Orhan Veli’nin şiiri için ilham kaynağının içindeki İstanbul sevgisi ve bu sevgiyi dinlemesi olduğunu hissettiriyor. Ayrıca bu tekrar anlatımı da bana göre güçlendirmektedir. Bazı dizeler arasında kafiye olmasında rağmen tüm şiiri etkileyen bir kafiyeden söze edemeyiz. Şiirde anlatımı etkisini artıran diğer bir unsur ise hislerdir. Burada hisleri sadece duygular olarak değil beş duyu organımızla hissetiklerimiz olarak da kabul etmeliyiz. Bu his durumuna örnek olan bazı dizeler şunlardır: “Önce hafiften bir rüzgar esiyor/ Serin serin Kapalı Çarşı;/.../Dinmiş lodosların uğultusu içinde” . Şiirdeki anlatımı güçlendiren diğer bir unsurlarda çatışmalardır. Şiirde zıt anlam veya duyguyu veren kelimeler beraber kullanı...

Bir Saatlik Öykü'nün Bir Sayfalık Analizi

Bir saatlik öykü, Kate Chopin’in kısa öyküsüdür. Öykünün ana karakteri olan Bayan Mallard kalp hastasıdır. Bir gün bir demiryolu faciası olur ve Bayan Mallard’ın eşi Brently Mallard’da o trendedir. Bay Mallard’ın arkadaşı Richards bu faciayı ve Bay Mallard’ın kayıp olduğu haberini alır. Bu haberden net olmak için haberi teyit eder ve teyidi alır almaz Bayan Mallard’a belirtmek için Mallardların evine gider. Bayan Mallard kalp hastası olduğu için ölüm haberini yavaşça kardeşi Josephine söyler. Bayan Mallard haberi duyunca yıkılır ve odasında bulunan bir koltuğa oturur. Dışarıyı izler. Ona bir şeyin yaklaştığını bilir ama yaklaşanı adlandıramaz. Başta içinde bir korkuyla karışık heyecan olsa da yavaş yavaş mutlu olmaya başlar. Ağzından “Artık ruhen ve bedenen özgürüm!” cümlesi dökülür. Artık bir erkeğe bağlı değildir ve sadece kendisi için yaşayacağını düşünmektedir. Ancak bu mutluluk uzun sürmez. Bayan Mallard ölür. Tam ölürken de aslında ölmüş olarak bilinen Bay Mallard, aslında halen ...