Deniz,
bugün yine hırçındı. Ay, gökte tahtını Güneş’ten almışken ben de kendimi
rüzgâra kaptırmıştım. Denizden gelen sular, sahildeki taşlara âdeta müzik
yapıyormuşçasına vuruyordu. Sahil kenarındaki lokantaların ışığı tüm karşı
kıyıyı süslüyor ve aydınlatıyordu. O taraftan biraz müzik sesi geliyordu.
Herhâlde düğün veya kutlama vardı. Her şeyi boşvermiştim, ama her şeyi…
İnsanların eğlenmesi artık hiç ilgimi çekmiyordu. Şair Cemal Süreya’nında dediği
gibi “Dostoyevski okuduktan sonra hiç mutlu olmadım.”düşüncesi tüm bedenimi
sarmıştı. Artık hayattaki tüm hevesim, elime Dostoyevski’mi alıp mavi renkli
duvarları olan tahtadan ve Osmanlı mimarisini andıran evimde ayaklarımı karşımda
duran sandalyeye uzatmış ve Rize’nin dağlarından gelen çayımı yanıma almış
olmaktı. Bir de kendime aynada bakıp yazı yazmayı unutamam. Buruşmuş yüzüme,
şakaklarıma inen beyaz seyrek saçlarıma ve ölüme her gün daha çok yaklaşan
gözlerime bakmak hayattaki zevklerimden biridir. Çok
ilginç biliyorum. Sahilde bana vuran rüzgâr ağaçlarla vals yaparken bir senfoni
çalıyordu. Herhâlde insan olarak gelmeseydim bu fani dünyaya rüzgâr olarak
gelmek isterdim. Neden mi ? Çünkü o rüzgârlar her gün sanat yapıyor. Nasıl mı?
Ağaçlarla valslar, gücünden gelen ıslıkla müzikler çalıyor ve denizi
okşamasıyla aşk yapıyordu. Bunlar gelip geçen düşüncelerdi aklımda. Bu rüzgâra
kendimi öyle kaptırmıştım ki ölseydim şimdi tam vaktiydi. Ancak bu sefer beni
hayatta tutan bir kıvanç değil bir hüzündü. Sahilde denizin ıslattığı bir
çocuğun feryadıydı beni hayatta tutan. Çocuk öyle ağlıyordu ki sanki yağmur
onun gözlerinden yağıyordu. Durmuyordu. Aslında bir insan ağlarken yanına
gitmek bir huyum değildir ancak o an sanki bir ilahi bir güç tarafından ayaklarım
kendiliğinden hareket etmiş ve o çocuğun yanına oturmuştum. Geceleyin dalgalar
benim yüzümü yıkarken zorlukla çocuğa baktım ve içim birden ürperdi. Çocuğun
gözlerinde ölüm korkusunu geçen ve benim bu yaşıma kadar tatmadığım bir hüznü
gördüm. Çocuk uzunca bir pantolon giymişti. Pantolon yırtıktı ve gömleği de tuz
ve balık kokuyordu. Zaten şapkası da balıkçı şapkasıydı. Anladığım kadarıyla
çocuk fakir bir balıkçı ailesindendi ancak neden bu kadar üzüldüğüne bir türlü
anlam veremedim. Acaba ekonomik bir sıkıntı mı ya da birini mi kaybetti diye
çok merak ediyordum gereksiz bir biçimde. Kendimi tutamadım:
-Ne
oldu oğul? Ne üzdü seni bu kadar? dedim. Çocuk bunu diyince bana baktı ve benim
yaptığım gibi beni inceledi. Herhâlde beni zararsız biri gördü ve cevap verdi:
-
Ne olsun be amca? Bu hayattaki en büyük hayalimin asla gerçekleşmeyeceğini
öğrendim. Bundan daha kötü ne olabilir ki? dedi. Bir an kendi kendime düşündüm.
Ne olabilir ki daha kötü? Hiçbir şey olamaz! Acaba benim hayal kırıklığım var
mıydı? Tabii ki de vardı. Olmamasının imkanı yoktu zaten. Peki neydi benim
hayal kırıklığım? Rüzgâr daha da sertleşmişti. Artık ağaçlar yerlerinde
duramayacak hâldelerdi. Sanki rüzgârın çaldığı müziğe eşlik edip ritme uygun
dans edecek gibiydiler. Yeniden iç dünyama döndüm. İç dünyam benim
imparatorluğumdu. Ama hep bir eksiklik vardı sanki. Acaba bu eksiklik benim
hayal kırıklığım mıydı? Yanımdaki çocuğa birkaç öğüt ve teselli edici söz
söyledim. Daha sonra çocuk:
-
Teşekkürler efendim. Söylediklerinizi düşünürüm. Saat geç oldu, evdekiler beni
merak etmiştir. İzninizle, iyi geceler! dedi ve gitti.
Neydi
benim hayal kırıklığım? Evet! Oydu. O kadındı benim hayal kırıklığım. O
kadın... Beni deniz dalgalarına benzer açık kahverengi saçlarıyla uzaklara
götüren o kadın. Gözleriyle, gülüşüyle, nefesiyle benim ruhuma ikinci baharı
yaşatan kadındı o. O ruhumun asla erişemediği sonsuzluk ve refahtı. Peki neden
o benim hayal kırıklığımdı? Galiba aşk ve insanlara karşı olan sevgim her zaman
bir zaaf oluşturuyor. Ama ne olursa olsun hayatımın en güzel zamanlarını o
kadının uzun mu uzun saçlarını okşarken, tatlı sesini dinleyip gülüşüne şahit
olurken yaşadım. Hatırlıyorum galiba... Eee, on yıldan fazla geçti o mucizeyi
hatırlayıp görmeyeli. Zorlanmam normaldir. Beni bıraktığı günü çok iyi hatırlıyorum.
Bembeyaz bir elbise giyiyordu. Tahta bir araç içindeydi. Tekerlekleri ellerdi.
Galiba bu hoşuna gitmişti. Gülümsüyordu. Etrafta ince seslerle şarkı söyleyen
bir sürü insanlar vardı. İki kapılı bir hanın diğer kapısına gelmişti. Gökyüzü
kara bulutlar giymişti. Yağmur yağıyordu. Göz yaşlarıydı sanki. Son kez yine
beyaz elbiseliler geldi ve onu benden aldılar. Daha istediğimiz hiçbir
heyecana, maceraya, mutluluğa ve sevgiye ulaşamadan bizi birbirimizden
ayırdılar. Belki de bu yüzden hayal kırıklığım o kadındı.
Çok
olmuştu. Ben hâlen iki kapılı handa konaklıyordum. Artık evime doğru yola
koyuldum. Üşümeye başlamıştım. Rüzgâr daha hızlı esmeye başlamıştı. Deniz daha
hırçınlaşmıştı. Artık gece sessizliğe bürünmüştü. Yavaş yavaş yürüyordum.
Ağaçlar, çiçekler, yapraklar; binalar, heykeller, yollar... Sonunda eve
gelmiştim. Hafifçe bir öksürüğüm vardı. Galiba soğuk algınlığına yakalanmıştım.
Pijamalarımı giydim ve tahtadan iskeleti olan yatağıma girdim. Korkuyordum.
Neyden mi? Ölümden. Ölmekten çok korkuyordum. O kapkara bilinmezlikten çok
korkuyordum. Daha önce bahsettim mi bilmiyorum. İki tane evladım var. Birisi
oğlan diğeri kızdır. İkisi de aklı yerinde,edepli ve yardımseverlerdir. Ben
ölünce vasiyetime bağlı olarak mallarım onlar arasında paylaştırılacak. Evin
içi çok sıcak olması gerekiyordu. Ayşe Hanım, evin hizmetçisi, sobayı yakıp
yatmıştır. Bundan eminim. Peki neden çok üşüyordum? Hareketsiz kalmaya
başladım. Kafamı cama doğru çevirdim. Uzaklara, çok uzaklara bakıyordum.
Yıldızlara doğru... Belki de hepsi ruhtu. Bizim ruhlarımız.
Kafamı
düzelttim ve tavan bakmaya başladım. Kendimi yorgun hissediyordum. Siyah elbise
giyen biri odama girdi. Yüzü tanıdıktı. Bu o kadındı. Benim hayatım olan ve
hayal kırıklarımın sebebi olan kadın. Yavaşça yanıma geldi. Başımı okşamaya
başladı. Gülümsüyordu. Hep olduğu gibi gülümsüyordu. Ne kadar garip değil mi?
Bugün bir çocuğa nasihat verdim, sahilde yürüdüm, yine düşünceler beynimi
fethetmişti. Aslında yaklaşık 40 yıldır bunları yapıyormuşum. Ne kadar gereksiz
yere harcanmış bir hayat! Tabii ki de ailem ve geleceğim için yaptığım
çalışmalar ve benzeri olaylar hariç. Elbisesi beyaz olmaya başladı. Kanatları,
bembeyaz kanatları çıktı. Evin çatısı yukarıya doğru kalktı. Gökyüzündeki
ruhlara bakıyordum. Hafiflemeye başladım. Sanki üzerimden hayatın yükü
kalkıyordu. Çocuklarım... Onları ağladıklarını ve feryat ettiklerini görüyorum.
Ama yapacak bir şey yok değil mi? Yolcu yolunda gerek. Yukarıya doğru kalktım.
Beraber gidiyorduk. Galiba benim için bu handaki süre doldu. Dediğim gibi yolcu
yolunda gerek. Bir yolcu gider bu handan, diğeri giriverir. Yolculuk başlar.
Görüşürüz Dünya! Ben, hayal ettiğim gibi kara olmayan sonsuzluğa doğru
gidiyorum. Sevdiceğimle beraber.
Yorumlar
Yorum Gönder